Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Birkaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziran`da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy`de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçimsıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin
“Yemyeşil bir deniiiiiizzzzz benim gözleriiiiiiiimmmmmmmmmmm!!” İlhan İrem hayranları kızacak bana biliyorum ama bizim evde böyle söyleniyor bu şarkı. Yapacak bir şey yok. Ne yazık ki benim de İlhan İrem konusunda söyleyebileceğim fazla bir şey yok. Zira birkaç güzel parçasını bilmekle birlikte öyle İlhan İrem hayranı olmadım pek. “E o zaman sus!” diyeceksiniz, siz de haklısınız da… Haber gördüm. 20 yıldır popüler kültüre malzeme olmama kararını bozan İlhan İrem konser verecekmiş. Hem de sanat hayatının 39. yılında, Turkcell Kuruçeşme Arena’da, 22 Eylül’de. Hani seviyorsanız, haber vermedi demeyin! Nerde kalmıştık? “Yemyeşil bir deniiiiiizzzzz benim gözleriiiiiiiimmmmmmmmmmm!!”
— diardi
Bu şarkı hakkında yıllarca konuşulan belki de bir şehir efsanesi var. İlhan İrem askerde olduğu dönemde kız arkadaşının en yakın arkadaşıyla evlenmesi üzerine “Olanlar Olmuş”u yazmış. Hikayenin doğruluğunu bilmiyoruz ama İrem konu ile ilgili şimdiye kadar hiçbir yerde bir şey söylememiş diye biliyorum. Ama feci püskürmüş… Sözlerini yazayım da bilmeyenler de anlasın.
Giderken bıraktığım
Asmalar üzüm olmuş
Yerlerde bütün kollar
Bütün bağlar bozulmuş
Ben mi geç kaldım?
Yoksa mevsimler mi soğumuş?
Görmeyeli buralara
Olanlar olmuş……
Giderken bıraktığım
Gökyüzü toprak olmuş
Yıldızlar çakıltaşı
Güneş bir yaprak olmuş
Ben mi yaşlandım?
Yoksa dünya mı alt-üst olmuş?
Görmeyeli buralara
Olanlar olmuş……
Kalsaydın
Yokluğunla yokolmazdı
Bu şehir…
Kaçmakla mutluluklar
Bulunmuyor bunu bil…
Yaprak kıpırdamıyor
Yüreğim öyle susmuş
Sana… bana… sevgimize
Olanlar olmuş……
Giderken bıraktığım
Gülüşler bakış olmuş
Kahkahalar buralarda
Özlenen yakış olmuş
Ben mi gülmüyorum tanrım?
İnsanlar mı somurtmuş
Görmeyeli buralara
Olanlar olmuş……
1990′lardan itibaren pek ortaklıkta gözükmeyen İlhan İrem, en çok da bu tarz şarkılarla ortaya çıkmadığı için özleniyor bence.
– Ah olmaz.. olmaz, sensiz olmaz sensiz olmaz.. Neydi bu şarkının sözleri? – Hımm.. dur bakalım hatırlayabilecek miyiz? Ver bakayım şu kağıdı. Amma karalamışsın be kızım, nereye yazıcaz?! – Aman ne bileyim, bul işte yazacak bir yer.
Bir dokun, bin ah işit bugünlerde böyleyim İster kal, ister git tarifsiz kederdeyim Gösterdin aşkın ucunu öÖyle bıraktın gittin Bana attın suçunu davayı ben kaybettim
Aşk tanımaz gece gündüz birbirine katar gider Ne bahar dinler, ne güz güze bahar katar gider Ben böyle aşk görmedim daha neler görmek var Ne istedin de vermedim başka nasıl sevmek var
– İşte nakaratından devam et sen. Devam edersin di mi? Ay yine uyumuş bu kız! Ayy hep uyuyacak mı bu, şu yastığı getirmese keşke sınıfa!
Ankara İletişim, Taner Kışlalı sınıfı, arka-orta sıralar, kırmızı üzerine beyaz çiçekli yastığım, zzz…
Zuhal Olcay’ın 2004 tarihli 9 Eylül Üniversitesi Senfoni Orkestrası eşliğinde verdiği konserden “Ayrılık da Sevdaya Dahil…”
Ayrılık sevdaya dahil
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek şkımız
zeynep beni bekle / gece ağaçlarına yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı yalnızlığını mutlaka değiştireceğim bir yaprak halinde süzülüp saçlarına eski teşrin’lerden / kederli kırmızı zeynep beni bekle mutlaka döneceğim söyle kim önleyebilir buluşmamızı
geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman benim şiir kitaplarından sızan aydınlık elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman pancurların çarpıldığı lodos geceleri rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık her akşam koridordaki ayak sesleri yanlış çaldığını zannetiğin telefon zeynep beni bekle mutlaka geleceğim hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
pikapta eminağa acemaşirân saz semaisi sokakta çocuklar saklambaç hırsız polis hayat akıp gidiyor olsam da olmasam da saati durmamalı ufak sorumlulukların resmi bırakmadın ya / son çektiğin hangisi bak mektuplar birikmiş yine masamda fakülteler açılacak bak bugün yarın zeynep beni bekle mutlaka geleceğim başladığımız filmi birlikte bitireceğiz