RSS

Ben de delirebilirdim!

Ama delirmedim…

9 ay işsiz kaldım. İşsiz kaldığım günden itibaren pişmiş tavuğa tarih yazdıran bir performansla, başıma gelmeyen kalmadı. Güzel oğullarımdan biri elimde can verdi, ailecek sağlık sorunları yaşadık, anneannemi kaybettim. Bütün bunlarla birlikte tez yazmaya çalıştım kafamı toplayabildiğimi sandığım günlerde. Anneannemi kaybettim.

Bütün bunlar olurken hiç iş başvurusu yapmadım. Hem cesaret edemedim, hem de yaşayabileceğim moral bozukluğuna dayanacak gücüm yoktu. Son işsizlik maaşımı çekeceğim gün bir telefon geldi. İş görüşmesine çağrıldım. Görüştüm ve ertesi hafta başında işe başladım…

Evet, ben de delirebilirdim. Hatta bunun için daha fazla nedenimin olmadığı bi zaman olmamıştı sanırım. Saçmalamak ve sapıtmak için her türlü şansa ve hakka sahiptim ama delirmedim. Çünkü benim çok güzel bir ailem var. “Hayatta birilerinin seni sevmesi için hiçbir şey yapmana gerek yok. Sen ol yeter” diyerek beni büyüten. Var olduğumuz andan itibaren hayatın sadece birlikte ve mutlu olabilmek üzerine anlamlandırıldığı, geri kalan hiçbir şeyinse öneminin olmadığı bir ailem var. Çok şanslıyım.

Aslında bu post’a Kenan Doğulu’nun Unutursam Fısılda filmi için yaptığı “Gel ya da git” şarkısı daha uygun olurdu biliyorum. “Ben de delirebilirdim, yoldan çıkabilirdim. Yapmadım, kıyamadım sana…” Ama bu şarkının seçilmesinin çok özel bir nedeni var.

Aklımızı başımızdan alan Alman Alzheimer sağ olsun, son yıllarında pamuk gibi bir anneanne bağışladı bize. Genelde Alzheimer hastalarının ve hasta yakınlarının karşılaştığı, sinir, huysuzluk, uyumsuzluk gibi tatsızlıklarla çok kısa bir zaman karşılaştık, sonra hepsi geçti. Geriye bir pamuk prenses kaldı bize. Hiçbirimizi unutmadı. Zaman zaman adlarımızı, kimin kim olduğunu karıştırdığı oldu ama bizi hiç unutmadı. Her gördüğünde çocuklar gibi sevindi, koklaya koklaya öptü. En aşka geldiği zaman, “Dur sana kalkıp bi çadırımın üstüne oynayayım!” dedi…

9 ay sonra işe başladıktan ancak bir hafta sonra yeniden ofis eşyalarımı iş yerine götürmeye cesaret edebildim. Artık orada kalacağımı, çalışmaya orada devam edeceğimi anlamam, kabullenmem ve heveslenmem biraz zaman aldı. Malum, büyük travma… Akşam kalemliklerimi, ajandamı, masa takvimimi bi torbaya doldurdum. Sabah iş yerine gidip masamı yerleştirmeye çalışırken kalemliğimin içinden bir not kağıdı çıktı:

“Oya kızımın hayırlı bir kısmetle buluşmasını ve çalıştığı yerde daha yükselmesi veya daha çok gelirli bir yerde çalışmasını gönülden istiyorum, inşallah olur” (6/5/04)

İzmir’e geleli bir yıl olmamış, 6 ay işsizlikten evin salonunda hüngür hüngür ağladığım zamanlar yeni geçmiş ve piyasayı tanıyabileyim bari diye mahalle gazetesinde işe girdiğim ilk günler herhalde…

“Yeni işin hayırlı olsun” demeye geldin sanırım.
Notunda dilediğin her şey oldu anneannem.
Çok teşekkür ederim karaböceğine dilediğin her şey için.
Hepsi oldu…

Ve hayat, senden tekrar özür dilerim ettiğim bütün haksızlıklar için!
Ve tekrar tekrar teşekkür ederim…

Diardi

 

 

 
Yorum yapın

Yazan: 29/04/2017 in Muzik

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Huzursuzuz…

Doğru, son dönemde hepimizin en fazla hissettiği şey “huzursuzluk”.

Livaneli “huzursuzluk” deyip sürükleyici, çok Türkiye’den, yine dokunmadığı şey kalmasın diye uğraşılmış bir roman yazmış. Roman bir yana, sadece kapağı bence Aragon’un sözleri için hazırlanmış sanki Geray Gençer tarafından.

Yalnız kitabın tanıtımlarında kullanılan Harese anlayışı bana çok tanıdık geldi Andrey Platonov’un Can’ından, yeniden bir bakmak lazım…

“Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve  dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”

Diardi

 
Yorum yapın

Yazan: 29/03/2017 in Muzik

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

Keşke.. keşke.. keşke!

Anneannem öldü, ardından da annem önemli bir göz ameliyatı geçirdi. Hal böyle olunca keyifleri biraz yerine getirebilmek için İstanbul Kırmızısı’nı izleyelim dedik. Keşke demeseymişiz.

Ferzan sonuçta hepimizin sevdiği bir yönetmen. Her seferinde ışığını, müziğini, karakterlerini gülümseyerek hatırladığımız, Sezen Aksu şarkıları ile renklenen birbirinden güzel filmleri var. Cahil Periler favorim. Ama Karşı Pencere ya da Mükemmel Bir Gün’ü saymazsam da olmaz. Hali ile İstanbul Kırmızısı hepimize iyi gelir diye düşündük. Ki ben bundan 3 sene önce İstanbul Kırmızısı’nın kitabını okurken de tam bunu düşünmüştüm. Doktor kapısında sıra bekliyordum, doktorun ameliyatı uzadı ve kitap iki buçuk saatte elimden kaydı, gitti. Tamam, ona buna dokundurma (Gezi ve benzeri…) klişeleşmiş İstanbul şeyleri olmakta birlikte, annesi, çocukluğu, birlikte büyüdüğü kadınlarla birlikte yine gülümsenerek biten bi kitaptı.

Filme gitmeden önce merak ettiğim şey, Tolga Örnek’in Kaybedenler Kulübü’nde yaptığını yapıp yapmadığı oldu. Sonuçta Tolga Örnek’in yaptığı çok zekiceydi. Kitabın filmini çekmeye kalksa, herkes karşılaştırma yapacaktı. O, kitapta anlatılmayan karakterlerin filmini çekmeyi tercih etti. Böylece yeni bir hikaye yazdı ve herkes çok beğendi.

Bir de kafama takılan, filmin İstanbul galasının ardından yapıl(a)mayan yorumlar oldu. Filme girmeden önce güçlü oyuncu kadrosu nedeniyle methiyeler düzenlerin tamamının yüzünde bi kekremsilik vardı film çıkışında. Kimi “İstanbul’un unuttuğumuz sesleri ile film bizi yeniden buluşturdu” dedi, kimi “Zaten gelmeden önce de açtım. Ferzan’ın her zamanki kocaman sofraları beni iyice acıktırdı, hemen yemek yemeye gidiyoruz” dedi.

Sonuçta, birbirinden ünlü kişileri aynı filmde buluşturmak her zaman bir risktir. Hayran kitlelerine dayanarak filmin iyi bir gişe hasılatı yakalayacağını garanti edersiniz de… o kadar. Tamam, kimse bir Ocean’s Eleven beklemiyor belki ama…

Nejat İşler’in artık her konuşmasına yapışan korkunç, çarpık gülüşü, Mehmet Günsür’ün “Hay dilin kopaydı da söylemeyeydin!” dedirten ‘keşke’leri… monolog mu diyalog mu olduğu anlaşılmayan metin, Halit Ergenç’in ensesi elbette… Tuba Büyüküstün’ün göz süzmekten ve el detaylarından başka bir şey bulamamak çok üzücüydü. Herkesin en kötü oyunculuğu bir araya mı gelir!

Mehmet Günsür, “İstanbul Kırmızısı, benim Ferzan’la Hamam filmini çekmemin üzerinden tam da 20 yıl geçerken vizyona girdiği için çok heyecanlıyım” demiş röportajında. Yazık olmuş heyecanına. 20 yıl önce Hamam’da Mehmet Günsür’ü sevgilisiyle hamamda seviştirip Hamamcılar Odası’nı ayağa kaldıran Ferzan Özpetek bu kez imajlarına zarar gelmesin(!) diye, aralarında aşk olduğu sürekli olarak ima(!) edilen Nejat İşler ve Mehmet Günsür’ü aynı kareye sokmamış bile. Bir tek sahnede bile! Her konuya dokunayım. eleştirimi de yapmadan geçmeyeyim kafası elbette bu filmde de kendini göstermiş ama keşke göstermeseymiş. İstanbul’u gezen karakterlerin yanından geçtiği Cumartesi Anneleri, eyleme giden, eli pankartlı gençler, doğuda köyü terör nedeniyle yıkıldığı için göç etmek zorunda kalan hizmetçi kızın abisi ve ailesi… Eleştiriyormuş gibi ama eleştiri değil. İstese de kimse o eleştiriyi üzerine alınamaz!

Sonuçta Ferzan da Tolga Örnek’in yolundan gitmiş ve kitabı ile isim benzerliği dışında neredeyse hiç alakası olmayan bir film çekmiş. Ferzan’ın bu suya, sabuna dokunmaz hali için elbette pek çok şey söylenebilir. Bugünün siyasi durumundan girer, onun yaşlanması ile birlikte isyanını ılımanlaştıran karakterinden çıkar, evlenince eşini bulmuş olmanın getirdiği sükunetten baya bir yol kat ederiz. Daha önce dediğim gibi, sadece hayranları gidecek olsa her bir karakterin, o bile gişeyi kurtarmasına yeter de…

Yaşadığımız hayal kırıklığına paha biçilemez!

Diardi

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Norveç’in çikolata renkli, kadife sesli soul kraliçesi!

noora-noor

İsmi Noora Noor. Somalili bir baba ve Yemen’li bir annenin kızı..Norveç’te büyümüş.  Sesi şahane..Özellikle Avrupa’da “Norveç’in Soul Kraliçesi” olarak biliniyor. Maalesef ben yeni keşfettim..Sesi hem güçlü hem huzurlu..Ama en çok ismini sevdim. Şarkıları gibi tatlı, melodik…

@Silverland

 

 

Etiketler: , , , , , ,

Yaşar Kemal – Yalnızlık

Güney’de köylüler büyük gruplar halinde koyunlarını kapıp kaçan kutları avlamaya çıkarlarmış. Her kurdun koyun katliamından aynı ölçüde sorumlu olmadığını bilirler, en çok koyun öldüren kurdu da tanırlarmış. İşte özellikle o kurdu canlı yakalamaya gayret ederlermiş. Yakaladıktan sonra da, boynuna bir çan takar ve serbest bırakırlarmış. Çanlı kurt bir daha asla avlanamaz, yiyecek bulamazmış. Hangi ava yaklaşsa, boynundaki canın sesini duyan av kaçar, kurt da sonunda acı içinde kıvranarak birkaç haftada açlıktan ölürmüş. yasar-kemal

Yaşar Kemal bu öyküyü 30 yıl boyunca nasıl yaşadığını tanımlayabilmek için anlatmış. Bir kez komünist damgası yedikten sonra kimse iş vermemiş. Değişik isimlerle yazılar yazmış, düzeltmen olarak çalışmış. Ama her seferinde birileri çanın sesini duymuş ve işinden olmuş.

Diardi

 

Etiketler: , , , ,

Anne fırçasına paha biçilemez!

Yaklaşık 5 ay önce işsiz kaldım. Hem de ne işsiz kalmak. İşsiz kaldığımın haberini televizyondan aldım. Evde ustalar falan var, kalabalık ortalık.. Önce algılayamadım ne olduğu, sonra telefonlar çalmaya başladı. Geçmiş olsun demek için arayanlar, bilgi almak için arayanlar, bundan sonra ne halt edeceğiz diye soranlar. Bilmiyorum ki cevap vereyim. Ama hissettiğim bir şey var, bende tansiyon saatler geçtikçe yükseliyor ve beynim karıncalanmaya başlıyor. Arda bana bakıyor, ablamda ne diyeceğini bilemeyen bi yüz… Anneme baktım, mutfakta meyve soyuyor sakin sakin. Ustalar çay içer miymiş falan. Bende bi şafak attı! “Anne ya” dedim, “Ben işsiz kaldım. Farkında mısın?!” Annem işte, senelerin tecrübesi kadın. İlk önce isyanımı anlamayarak baktı yüzüme, sonra sakin sakin, her bir kelimenin arasından ömrünün kareleri geçerek, “Anaya yavrusu ağır gelmezmiş çocuğum. Bu da geçer, ben hiç üzülmedim. Allah daha güzel bir kapı açar” dedi.

Hayatım boyunca annemden hep tokat gibi fırçalar yedim ben. Ama ne güzel fırçalar…

?????????????

Üniversitedeyim. Ayın başı öğrenim kredisi yatmış, üstüne ne rakılar içilmiş. Ayın 15’i geçmiş, memur ailesi çocuğunun parası bitmiş. Ankesörlü telefon sırasında yüz saat bekledikten sonra hoş beş konuşurken annemle “Paran var mı senin?” diye soruverdi. Var canım, gak guk ederken yediremedim tabii.. “Diardi, ben seni doğururken hayatın boyunca olacak bütün ihtiyaçlarını hesapladım çocuğum” dedi. Kaldım mı şap gibi.

Doğru, hala annem bakıyor hepimize. Her şeyimize aklının yettiğince, kalbinin erdiğince, imkanının elverdiğince koşuyor deli gibi. Biz ne kadar karşılığını verebiliyoruz, bilemiyorum. Ama umarım az da olsa becerebiliyoruzdur.

Fırçaların hiç kesilmesin annem olur mu?

Diardi

 
 

Etiketler: , , ,

2016 bit artık!

Her sabah twitter’ı yavaşlatılmış, interneti beter olmuş bulunca kaygılanmak gibi yeni bir anksiyete sahibiyiz artık. Bir de sonu gelmez gidenlergeorge-michael var elbet. Bu saha biri daha gitti. Hep farklı, hep özel, hep biraz kapalı kutu… RIP George Michael.

Diardi

 
 

Etiketler: , , , ,