İsmi Noora Noor. Somalili bir baba ve Yemen’li bir annenin kızı..Norveç’te büyümüş. Sesi şahane..Özellikle Avrupa’da “Norveç’in Soul Kraliçesi” olarak biliniyor. Maalesef ben yeni keşfettim..Sesi hem güçlü hem huzurlu..Ama en çok ismini sevdim. Şarkıları gibi tatlı, melodik…
Güney’de köylüler büyük gruplar halinde koyunlarını kapıp kaçan kutları avlamaya çıkarlarmış. Her kurdun koyun katliamından aynı ölçüde sorumlu olmadığını bilirler, en çok koyun öldüren kurdu da tanırlarmış. İşte özellikle o kurdu canlı yakalamaya gayret ederlermiş. Yakaladıktan sonra da, boynuna bir çan takar ve serbest bırakırlarmış. Çanlı kurt bir daha asla avlanamaz, yiyecek bulamazmış. Hangi ava yaklaşsa, boynundaki canın sesini duyan av kaçar, kurt da sonunda acı içinde kıvranarak birkaç haftada açlıktan ölürmüş.
Yaşar Kemal bu öyküyü 30 yıl boyunca nasıl yaşadığını tanımlayabilmek için anlatmış. Bir kez komünist damgası yedikten sonra kimse iş vermemiş. Değişik isimlerle yazılar yazmış, düzeltmen olarak çalışmış. Ama her seferinde birileri çanın sesini duymuş ve işinden olmuş.
Hep şarkılara şiirler, şiirlere şarkılar yakıştıracak değiliz ya..Ekiple izleyip üstüne uzuun uzun konuştuğumuz filmler var..Nothing Hill de onlardan biri (Evet hala ergeniz:)
Hani o meşhur sahnesi filmin, esas kız esas oğlana dökülür kapının önünde.. İşte o kapının önündeki sahneye de Erkin Koray’ın o muhteşem şarkısı yakışırdı valla. Her dinlediğimde o meşhur sahne niye gelsin yoksa aklıma? Ama işte ne bilsin elin Hollywood’u bunu? Ah bir bilseler ne kaçırdıklarını!
Silverland
William: The thing is, with you I’m in real danger. It seems like a perfect situation, apart from that foul temper of yours, but my relatively inexperienced heart would I fear not recover if I was, once again, cast aside as I would absolutely expect to be. There’s just too many pictures of you, too many films. You know, you’d go and I’d be… uh, well buggered basically. I live in Notting Hill, you live in Beverly Hills. Everyone in the world knows who you are, my mother has trouble remembering my name.
Anna: Fine. Fine. Good decision. The fame thing isn’t real you know? And don’t forget I’m… I’m also just a girl, standing in front of a boy, asking him to love her!!!
İnsanın sinir bozukluğunun nasıl ortaya çıkacağının en keskin olduğu yerler cenazeler bence. Beni mesela, gülme tutar! Hatta bir arkadaşımın babasının cenaze evinde tabii ki Süleyman’la kahkaha atmışlığımız var balkonda. Ne ayıp diyeceksiniz ama adı cenaze diye herkesle birlikte salya sümük akıtmak mı gidenin arkasından üzülmek? Ya da en sevdiğiniz şarkının ağız dolusu söylediğiniz nakaratında gözyaşlarına boğulmak mı? Belki de bir dağ başında, en güzel gün doğumuna karşı yanınızdaymış gibi konuşmak… “Ne güzel gülerdi şimdi burada olsa, kesin severdi buraları” demek, “Bu saçmalığı en güzel o anlatırdı” ya da “İşte bu anı yalnızca O anlardı”.
Sohbetlerin artık sağlık durumlarını sorarak başladığı günlerde birileri daha eşiğin öbür tarafına geçiyor, benim aklıma sadece şiirler geliyor.
Diardi
...
Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
Turgut Uyar
Türkiye’de sadece telif gelirleri ile geçinmek bir yazar için nasıl imkansızsa, sadece kendi istediği türde müzik yapıp onunla geçinmek de bir o kadar imkansız. Niye? Çünkü para yetmiyor! Hali ile en iyi cazcıların pop müzik albümlerinde çaldığı, rezil pop konserlerinin ardından dinlenmek için caz söyleyen insanları olan garip bir ülkeyiz. Bunu hatırlatan kim? İlhan Erşahin.
İzmir Avrupa Caz Festivali 23’üncü kez, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions’un konseri ile başladı ama ne başlama. Salonu düzeninde oturup izlemenin en zor olduğu konserlerden biriydi. Tahminim 1888’de yapılan after-party çoook eğlenceli olmuştur. Ama en güzeli konsere başlamadan önce Erşahin’in uyarısıydı:
“Biz popçu değiliz ok?”
Çünkü birlikte sahne aldığı ve alkışlamaktan avuçlarımızı patlatan Alp Ersönmez, Turgut Alp Bekoğlu, İzzet Kızıl’ın bir şekilde cazın yanı sıra para kazanmak için yaptığı pop işlerle dalgasını geçti durdu. Müjdeler olsun ki albümleri basılmış, hatta ilk 25 plağını dün akşam hayranları için imzaladı. En kısa zamanda alına, eğlene eğlene dinlene.
Bazen sadece anlamak, yaşanacak en büyük ilişkidir.
Susmak, söylenebilecek en güzel söz..
Gitmek, en güzel kabulleniş.
Kalıpların hiçbirine uymayan bir aşk da olabilir hayatta. Dokunmadığın, öpüşmediğin gözlerini kapatıp. Sokaklarda el ele yürümediğin… Görünürde hiçbir şey yoktur ortada. Günlük sohbetler, şakalar, belki sorunlar için akıl yürütmeler. Hepsi o kadar! Ve bütün bunlar hepsinden çok daha anlamlı da olabilir. “Gerçek hayat” kapıyı çalana kadar…
Bu hafta sonu film zehirlenmesi yaşadım. Hasta olmanın en çekilecek taraflarından biri bu sanırım. Kafanı kaldırmaya halin yok, göz kapaklarındaki tonluk yüklerle birlikte bir şeyler okuman imkansız. Zaten akvaryumun içinden gelen sesler gibi dağılmış kafanı anlamak için zorlayamıyorsun bile. Yapılabilecek tek şey, film seyretmek! Ben de canım sinüzit/faranjit ve benzeri atağımla birlikte film zehirlenmesi yaşadım.
Oscar ödüllerinin de verilecek olmasının gazı ile sanırım, elimi hangi filme attıysam bir Oscar adaylığı/ödülü denk geldi. Once (Bir Zamanlar) da En İyi Özgün Müzik dalında 8 sene önce Oscar almış. Sırf Oscar da değil, Grammy, Bağımsız Ruh Ödülü ve daha bir çok ödül. Closer gibi kendi ritminde, naif, güzel ve etkileyici. Aslında justt.fm’den çok da aşina olduğum şarkısı ile filmde karşılaşınca şaşırdım. Zaten aynı zamanda birer şarkı yazarı ve solist olan Glen Hansard ve Marketa Irglova’nın hastası oldum. Sakinlemek, sakin bir gecede keyifli bir şeyler izlemek isteyenler için ideal.
Tavuk çorbası gribe nasıl iyi geliyorsa, Neşeli Günler (ve bilumum Adile Naşit’li Münir Özkul’lu filmler) ve Füsun Önal da iç sıkıntısına o kadar iyi gelir. Haber izlemeye, gazete okumaya tahammül mü edemiyorsun? Depresyon hırkası giyip kahve üstüne kahve içip acıklı şarkılar mı dinleyesin var? Kendine gelme vakti… Patlat bir Neşeli Günler, Gülen Gözler, ardından da bir Senden Başka ya da Ah Nerede’yi tatlı niyetine..