RSS

Keşke.. keşke.. keşke!

16 Mar

Anneannem öldü, ardından da annem önemli bir göz ameliyatı geçirdi. Hal böyle olunca keyifleri biraz yerine getirebilmek için İstanbul Kırmızısı’nı izleyelim dedik. Keşke demeseymişiz.

Ferzan sonuçta hepimizin sevdiği bir yönetmen. Her seferinde ışığını, müziğini, karakterlerini gülümseyerek hatırladığımız, Sezen Aksu şarkıları ile renklenen birbirinden güzel filmleri var. Cahil Periler favorim. Ama Karşı Pencere ya da Mükemmel Bir Gün’ü saymazsam da olmaz. Hali ile İstanbul Kırmızısı hepimize iyi gelir diye düşündük. Ki ben bundan 3 sene önce İstanbul Kırmızısı’nın kitabını okurken de tam bunu düşünmüştüm. Doktor kapısında sıra bekliyordum, doktorun ameliyatı uzadı ve kitap iki buçuk saatte elimden kaydı, gitti. Tamam, ona buna dokundurma (Gezi ve benzeri…) klişeleşmiş İstanbul şeyleri olmakta birlikte, annesi, çocukluğu, birlikte büyüdüğü kadınlarla birlikte yine gülümsenerek biten bi kitaptı.

Filme gitmeden önce merak ettiğim şey, Tolga Örnek’in Kaybedenler Kulübü’nde yaptığını yapıp yapmadığı oldu. Sonuçta Tolga Örnek’in yaptığı çok zekiceydi. Kitabın filmini çekmeye kalksa, herkes karşılaştırma yapacaktı. O, kitapta anlatılmayan karakterlerin filmini çekmeyi tercih etti. Böylece yeni bir hikaye yazdı ve herkes çok beğendi.

Bir de kafama takılan, filmin İstanbul galasının ardından yapıl(a)mayan yorumlar oldu. Filme girmeden önce güçlü oyuncu kadrosu nedeniyle methiyeler düzenlerin tamamının yüzünde bi kekremsilik vardı film çıkışında. Kimi “İstanbul’un unuttuğumuz sesleri ile film bizi yeniden buluşturdu” dedi, kimi “Zaten gelmeden önce de açtım. Ferzan’ın her zamanki kocaman sofraları beni iyice acıktırdı, hemen yemek yemeye gidiyoruz” dedi.

Sonuçta, birbirinden ünlü kişileri aynı filmde buluşturmak her zaman bir risktir. Hayran kitlelerine dayanarak filmin iyi bir gişe hasılatı yakalayacağını garanti edersiniz de… o kadar. Tamam, kimse bir Ocean’s Eleven beklemiyor belki ama…

Nejat İşler’in artık her konuşmasına yapışan korkunç, çarpık gülüşü, Mehmet Günsür’ün “Hay dilin kopaydı da söylemeyeydin!” dedirten ‘keşke’leri… monolog mu diyalog mu olduğu anlaşılmayan metin, Halit Ergenç’in ensesi elbette… Tuba Büyüküstün’ün göz süzmekten ve el detaylarından başka bir şey bulamamak çok üzücüydü. Herkesin en kötü oyunculuğu bir araya mı gelir!

Mehmet Günsür, “İstanbul Kırmızısı, benim Ferzan’la Hamam filmini çekmemin üzerinden tam da 20 yıl geçerken vizyona girdiği için çok heyecanlıyım” demiş röportajında. Yazık olmuş heyecanına. 20 yıl önce Hamam’da Mehmet Günsür’ü sevgilisiyle hamamda seviştirip Hamamcılar Odası’nı ayağa kaldıran Ferzan Özpetek bu kez imajlarına zarar gelmesin(!) diye, aralarında aşk olduğu sürekli olarak ima(!) edilen Nejat İşler ve Mehmet Günsür’ü aynı kareye sokmamış bile. Bir tek sahnede bile! Her konuya dokunayım. eleştirimi de yapmadan geçmeyeyim kafası elbette bu filmde de kendini göstermiş ama keşke göstermeseymiş. İstanbul’u gezen karakterlerin yanından geçtiği Cumartesi Anneleri, eyleme giden, eli pankartlı gençler, doğuda köyü terör nedeniyle yıkıldığı için göç etmek zorunda kalan hizmetçi kızın abisi ve ailesi… Eleştiriyormuş gibi ama eleştiri değil. İstese de kimse o eleştiriyi üzerine alınamaz!

Sonuçta Ferzan da Tolga Örnek’in yolundan gitmiş ve kitabı ile isim benzerliği dışında neredeyse hiç alakası olmayan bir film çekmiş. Ferzan’ın bu suya, sabuna dokunmaz hali için elbette pek çok şey söylenebilir. Bugünün siyasi durumundan girer, onun yaşlanması ile birlikte isyanını ılımanlaştıran karakterinden çıkar, evlenince eşini bulmuş olmanın getirdiği sükunetten baya bir yol kat ederiz. Daha önce dediğim gibi, sadece hayranları gidecek olsa her bir karakterin, o bile gişeyi kurtarmasına yeter de…

Yaşadığımız hayal kırıklığına paha biçilemez!

Diardi

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın